İnsan Doğası Üzerine Şekillenen Program Teorisi: Varoluşçuluk - Yazar: Burak Şahin

İnsan doğası doğuştan bencil ve kötü müdür? Hırs, rekabet ve savaş doğal düzenin bir parçası mı yoksa toplumsal bir yaratım mıdır? Yönetim, otorite, devlet gibi figürler insanlar tarafından şekillendirilen toplumsal yaşamın ürünleri midir? İnsan ve insan doğasına yönelik bu sorulara tarihin çeşitli dönemlerinde cevaplar aranmış ve verilen cevaplar hem toplumsal düzeni hem de sosyal bilimler literatürünü derinden etkilemiştir. Toplum sözleşmecilerinden olan Hobbes “Homo Homini Lupus” fikriyle doğa durumunda insanların kaos ve kargaşa içerisinde olduklarını belirtirken insanların bu kaos durumundan kurtulmasının yolu olarak devletin doğuşunu, otoritenin kurumsallaşmasını işaret etmiştir. Bu görüşün temelinde insanların doğuştan rekabetçi ve çıkarcı olduğu düşüncesi yatmaktadır. Peki gerçekten de insan, doğası gereği doğuştan kötü müdür? Varoluşçuların bu soruya cevabı toplum sözleşmecilerine göre daha olumlu ve sosyal bir bakış açısını yansıtmaktadır. Varoluşçu düşünürlerden Alfie Kohn No Contest’te insan doğasına yönelik rekabetçi görüşe, insan doğasının oldukça şekillendirilebilir bir yapıda olduğunu, rekabetçi ve bencil çocukları bu davranışları ödüllendiren bir kültürle çevreleyerek yarattığımız fikrini savunarak karşı çıkmaktadır. Rekabet ve bencillik yerine topluluk ve kendine güven kültürünü aşılamak, daha iyi çocuklar, nihayetinde de daha iyi bir toplum yaratacaktır. Daha iyi bir toplum ve gelecek inşa etmenin en etkili aracı ise eğitim sistemi ve öğretim programlarıdır. Bu noktada Alfie Kohn, Maxine Green, Elliot Eisner, Stanley Hall ve William Heard Kilpatrick gibi düşünürlerin görüşlerini anlamak, varoluşçu bakış açısının eğitime ve program teorisine yansımalarını daha iyi kavrayabilmek için çeşitli faydalar sunabilir. Varoluşçu program teorisini daha iyi anlamak için yazılan bu yansıtma yazısının arka planını Wesley Null’un Curriculum From Theory to Practice kitabı, Eğitim Programı Kuramları dersinde üzerinde durulan konular ve kendi izlenimlerim oluşturmaktadır.

Kohn standartlar, rekabet ve hesap verebilirlik konusunda en açık sözlü eleştirileri yapan düşünürlerden birisidir. Ona göre bu tür eğilimler okullara zarar vermiş, gerçek amaçlar olan çocukların ilgilerini ve ihtiyaçlarını karşılamaktan sapmalara neden olmuştur. Öğrencilerin ihtiyaçlarına yönelik bir program “öğretmenin muazzam bir esneklik, öngörülemezliğe karşı yüksek bir tolerans ve sınıfın mutlak kontrolünden vazgeçmeye istekli olmasını” gerektirir. Kohn gibi varoluşçu yazarlara göre program oluşturma, öğrencilerin ne öğrenecekleri ya da kim olmaları gerektiğine dair bir plan üretmekle değil onları ilginç olanaklarla çevreleme ve etraflarında yarattığımız ortamla ilgilidir.

Çalışmalarında edebiyat teorisi, kadın çalışmaları ve Sartre gibi varoluşçu filozofların görüşlerinden yararlanan Maxine Green’in program teorisine yaklaşımında kişisel özgürlük kendi içerisinde bir amaçtır. Kohn gibi Green de yaptığımız seçimlerden önce var olan bir insan doğasını reddederek insan doğasının yaptığımız seçimlerin bir ürünü olduğunu, bu seçimlerin içinde yaşadığımız toplumdan etkilendiğini öne sürmüştür. Ona göre mevcut program ve öğretim durumu tıpkı Rousseau’nun Emile romanında olduğu gibi mükemmel çocukları yozlaşmış kurumlarla çevrelemektedir. Yaratıcılık duygularını yeniden kazanabilmeleri için çocuklar bu kusurlu kurumlardan korunmalıdır.  Öğretmenin amacı ise geleneksel anlamda bir programı uygulamak veya bilgi aktarımı değil öğrenciyi kendi yolculuğuna çıkarmak, onu kendi seçimine ve eylemine yönlendirmek, olasıklarla yüzleştirmek olmalıdır.

Varoluşçu düşünceye sahip bir diğer bilim insanı ise Elliot Eisner’dır. Tıpkı diğer varoluşçular gibi Eisner da insanların tamamen deneyimleri tarafından şekillendirilen varlıklar olduğunu vurgular. Öğretmenleri ve program yapıcıları, öğrencilerin kendileriyle derin bağlantılar kurmalarını sağlayacak bu anlamlı deneyimleri sunarak onları özgürleştirmeye çalışan kişiler olarak görür. Eisner ayrıca matematik ve İngilizce yazma becerileri gibi bilgi türlerinin müzik, dans, tiyatro gibi deneyim paylaşma yollarının zararına olacak şekilde aşırı vurgulandığından endişe duymaktadır. Bu noktada sanat, bir deneyim paylaşma aracı olarak insanları zenginleştiren ve özgürleştiren bir unsur olarak öne çıkmaktadır.

Kohn, Green ve Eisner’da da bir vurgu olarak karşımıza çıksa da çocuk gelişimi ve eğitime yansımaları konusunda en net görüşler bir eğitim bilimci olan Stanley Hall’de karşımıza çıkmaktadır. Hall, öğrencilerin gelişimlerinin çeşitli aşamalarında sahip oldukları ilgi alanlarını belirledikten sonra, öğretmenlerin ve program geliştiricilerin bu bilgiyi hem bireysel öğrenciler hem de gruplar için programı farklılaştırmak üzere kullanabileceklerine inanıyordu. Hall’ın üzerinde durduğu ve varoluşçu düşünürlerin programa yaptıkları önemli katkılardan birisi de öğretmenlerin, öğrencilerin ön bilgilerinin farkında olması ve derse öğrencilerin ilgilerinden hareketle başlamaları gerektiği fikridir. 

Bu yansıtma yazısında ele alınacak varoluşçu program teorisine katkı sunan son isim ise William Heard Killpatrick’tir. Diğer varoluşçular gibi Killpatrick de kişisel tercihin iyi bir program hazırlamanın temelini oluşturduğunu vurgulamış, öğrencilerin önemli bir katkısı olmadan belirlenecek programların başarısız olacağını ifade etmiştir. Ona göre öğrenci seçimi program yapımının son değil ilk aşaması olmalıdır. Killpatrick, organize edilmiş veya planlanmış bir program yerine öğrencilerin ilgileri ve yapmak istediklerinden doğan projeler etrafında şekillenen bir program fikrini savunmuştur. Ayrıca, bir okul için tek bir program yerine her öğrencinin kendi yolunu izlemesine olanak tanıyan bir fazla program olmalıdır.

Varoluşçu gelenek Schwab’ın commonplace’leri üzerinden incelendiğinde önceki derslerde incelenen kuramlara göre öğretmen rollerinde önemli bir farklılaşma göze çarpmaktadır. Varoluşçu görüş, öğretmenleri öğrencilere göre ikincil bir role yerleştirerek onları bilgi aktaran konumundan rehber rolüne yerleştirmiştir. Öğrenen rolü varoluşçular açısından oldukça merkezidir. Diğer ortak noktaların oldukça önünde konumlandırılan öğrenen rolü, program yapımının temelinde ve tüm aşamalarında karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel disiplinler önemli olmakla birlikte varoluşçulara göre herhangi bir konu gerçek yaşamda işe yaradığı sürece dikkate değerdir. Öğretmenler ve öğrenciler, programın odak noktasını oluşturan projelere, etkinliklere, sorunlara ve temsil biçimlerine odaklanarak geleneksel konu sınırlarını aşmayı öğrenmelidir. Bağlam boyutunda ise varoluşçular, öğrencileri program hiyerarşisinin en tepesine yerleştirerek, diğer ortak noktalardan birinin öncelikli olması gereken bir okul veya toplum bağlamının asla olmayacağını varsayarlar. Sonuç olarak varoluşçu gelenek, öğrenen merkezli eğitimin oluşması ve gelişmesi açısından birçok fayda sağlamış, programın öğrenen doğası, kişisel tercih, bireysel özgürlükler bağlamında şekillendirilmesi yönündeki görüşlere oldukça sağlam bir temel oluşturmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder