Sanayi Devrimi’nden sonra İngiltere’de işçi sınıfı
çok güçlenmişti. Okuduğumuz makalelerde İngiltere ve Japonya’nın örnek alınması
gerektiği belirtilmekte idi. Fakat bu durum tartışılır. Çünkü zamanın şartları
gereği ve özellikle de İngiltere’de bu durumun oluşması bizlere tam olarak yol
göstermeyebilir.
Freire kiliselerin toplumsal dönüşümde çok önemli
görevler üstlendiğini belirtmektedir. Kiliseleri üç gruba ayırarak bazı
kiliselerin tamamen biat kültürünü empoze ettiğini, bazı tür kiliselerin ise
dönüştürücü roller üstlendiğinden bahsetmektedir. Hıristiyanlık aslında hayatın
her noktasında etkisini göstermektedir. Fakat bu durumu bizimle
ilişkilendirecek, oradaki anlayışı bize adapte edebilecek bir anlayışa sahip olmak bizleri yanlışa
sürükleyebilir. Daha doğrusu kendi kültürümüzü, kendi dinamiklerimizi düşünerek
çalışmalar yapmalıyız. Kendi ülkemizin bağlamını düşünerek, kendi temelimizi
oluşturarak eğitimdeki çalışmalarımızı şekillendirmeliyiz. Freire’nin de
aslında bizlere söyledikleri bu yöndedir. Brezilya’nın durumunda yola çıkarak
ortaya koyduğu düşünceler belki bizim kültürümüzde, bağlamımızda sonuç
vermeyebilir.
Bu haftaki okumalarda dikkatimi çeken diğer bir
nokta da resmi bilgi kavramıdır. Daha öncesinde resmi program, resmi eğitim
kurumları vb. kavramlarda resmi kelimesini görmüştüm. Fakat resmi bilgi
boyutuyla ilgili yapmış olduğum okumalar ve derste yapmış olduğumuz
tartışmalardan edindiğim resmi bilginin bilgi-iktidar ilişkisini yansıttığıdır.
Apple’ın resmi bilgi olarak nitelediği şey güçlü grupların düşük grupları
kontrol edebilmek için sürdürdükleri kurumsallaşmış programlardır. Programları
bu hale getiren düşünce sistemini ve programların bu şekilde kalmasını sağlayan
düşünce sistemini araştırmak bizleri radikal programlara ulaşmak noktasında
doğru yola yönlendirebilir. Programlar oluşturulurken “Ne öğretmeliyim?”
“Programlar neyi içermeli?” sorularının yerine “Programda kimin bilgisi
savunulmakta?” “Kimin programlarını öğretmeliyiz?” soruları bizleri eğitim
programları ve siyaset ilişkisine götürebilir. Dolayısıyla bizler programlara
bakarken bu soruları sorarak programlarla ilgili yargılara ulaşabiliriz. Programlara
bakıldığında bahsedilmeyen konulara bakmakta fayda vardır diye düşünüyorum.
Bazı sorunların programlara koyulmaması bu sorunların olmaması anlamına gelmez.
Bu konulara odaklanılması belki de toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırmak
adına bizlere yardımcı olabilir. Mesela göç meselesi çok önemli bir konu
olmasına rağmen, ders kitaplarımıza baktığımızda bu olgunun çok basit bir
şekilde geçiştirdiğimizden söz edebiliriz.
Eğitime yönelik radikal yaklaşımın önemli bir
öğesi, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda kitlesel okul eğitiminin ortaya
çıkmasına gösterilen tepki olmuştur. Bu dönemde, devletin desteklediği ve
düzenlediği okullarda genel zorunlu eğitim verilmesi yönünde sürekli bir eğilim
vardı. Kitlesel okul eğitiminin amacı, vatandaşı ve işçiyi modern sanayi
devleti için yetiştirmekti. Toplumda radikal bir dönüşüm sağlamayı
hedefleyenlerin, var olan toplumu sürdürmek üzere örgütlenmiş eğitim
sistemlerine karşı oldukça eleştirel bir tutum takınmaları son derece doğaldır.
Radikal eleştirinin belli başlı temaları, okulun politik, toplumsal ve ekonomik
gücü etrafında toplanmasıdır. Ulusal bir hükümetin denetimi altındaki devlet
okulu eğitiminin, uyguladığı eğitim sistemi aracılığı ile kaçınılmaz olarak
hükümetin buyruklarına körü körüne boyun eğecek, kişisel çıkarlarına ters
düştüğünde ve akıl dışı olduğunda bile hükümetin otoritesini destekleyecek ve
“doğru ya da yanlış olsa da benim ülkem" türünden milliyetçi bir görüşü
benimseyecek vatandaşlar üretmeye yönelik girişimlere yol açtığı, vurgulanan
görüşlerden biridir diye çıkarım yapabiliriz diye düşünüyorum.
Bir diğer radikal eleştiri konusu da okul eğitimi
sistemlerinin, uygulanan eğitim süreci boyunca, monoton, sıkıcı ve kişisel
tatmin vermeyen işlerde çalışmayı kabul etmek üzere yetiştirilmiş işçiler
üretmede kullanılmaları olmuştur. Bu işçiler endüstriyel sistemin otoritesini
kabul ederler ve bu sistemde herhangi bir köklü değişiklik arayışına girmezler.
Aslında bu durumu öğretmenlere de aktarabiliriz. Öğretmenler de kalkar, öğretir
ama bu iş üzerinde bir söz hakkı yoktur. Başkasının bilgisini, ideolojisini
kendi beyin gücünü başkasının emrine vererek bir parçası olurlar. Bizlerin de
öğretmenler olarak bu durumun farkında varmamız gerektiği son derece önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder