Radikal Eğitim Programı (2) - Yazar: Okan Dede


Sanayi Devrimi’nden sonra İngiltere’de işçi sınıfı çok güçlenmişti. Okuduğumuz makalelerde İngiltere ve Japonya’nın örnek alınması gerektiği belirtilmekte idi. Fakat bu durum tartışılır. Çünkü zamanın şartları gereği ve özellikle de İngiltere’de bu durumun oluşması bizlere tam olarak yol göstermeyebilir.

Freire kiliselerin toplumsal dönüşümde çok önemli görevler üstlendiğini belirtmektedir. Kiliseleri üç gruba ayırarak bazı kiliselerin tamamen biat kültürünü empoze ettiğini, bazı tür kiliselerin ise dönüştürücü roller üstlendiğinden bahsetmektedir. Hıristiyanlık aslında hayatın her noktasında etkisini göstermektedir. Fakat bu durumu bizimle ilişkilendirecek, oradaki anlayışı bize adapte edebilecek  bir anlayışa sahip olmak bizleri yanlışa sürükleyebilir. Daha doğrusu kendi kültürümüzü, kendi dinamiklerimizi düşünerek çalışmalar yapmalıyız. Kendi ülkemizin bağlamını düşünerek, kendi temelimizi oluşturarak eğitimdeki çalışmalarımızı şekillendirmeliyiz. Freire’nin de aslında bizlere söyledikleri bu yöndedir. Brezilya’nın durumunda yola çıkarak ortaya koyduğu düşünceler belki bizim kültürümüzde, bağlamımızda sonuç vermeyebilir.

Bu haftaki okumalarda dikkatimi çeken diğer bir nokta da resmi bilgi kavramıdır. Daha öncesinde resmi program, resmi eğitim kurumları vb. kavramlarda resmi kelimesini görmüştüm. Fakat resmi bilgi boyutuyla ilgili yapmış olduğum okumalar ve derste yapmış olduğumuz tartışmalardan edindiğim resmi bilginin bilgi-iktidar ilişkisini yansıttığıdır. Apple’ın resmi bilgi olarak nitelediği şey güçlü grupların düşük grupları kontrol edebilmek için sürdürdükleri kurumsallaşmış programlardır. Programları bu hale getiren düşünce sistemini ve programların bu şekilde kalmasını sağlayan düşünce sistemini araştırmak bizleri radikal programlara ulaşmak noktasında doğru yola yönlendirebilir. Programlar oluşturulurken “Ne öğretmeliyim?” “Programlar neyi içermeli?” sorularının yerine “Programda kimin bilgisi savunulmakta?” “Kimin programlarını öğretmeliyiz?” soruları bizleri eğitim programları ve siyaset ilişkisine götürebilir. Dolayısıyla bizler programlara bakarken bu soruları sorarak programlarla ilgili yargılara ulaşabiliriz. Programlara bakıldığında bahsedilmeyen konulara bakmakta fayda vardır diye düşünüyorum. Bazı sorunların programlara koyulmaması bu sorunların olmaması anlamına gelmez. Bu konulara odaklanılması belki de toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırmak adına bizlere yardımcı olabilir. Mesela göç meselesi çok önemli bir konu olmasına rağmen, ders kitaplarımıza baktığımızda bu olgunun çok basit bir şekilde geçiştirdiğimizden söz edebiliriz.

Eğitime yönelik radikal yaklaşımın önemli bir öğesi, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda kitlesel okul eğitiminin ortaya çıkmasına gösterilen tepki olmuştur. Bu dönemde, devletin desteklediği ve düzenlediği okullarda genel zorunlu eğitim verilmesi yönünde sürekli bir eğilim vardı. Kitlesel okul eğitiminin amacı, vatandaşı ve işçiyi modern sanayi devleti için yetiştirmekti. Toplumda radikal bir dönüşüm sağlamayı hedefleyenlerin, var olan toplumu sürdürmek üzere örgütlenmiş eğitim sistemlerine karşı oldukça eleştirel bir tutum takınmaları son derece doğaldır. Radikal eleştirinin belli başlı temaları, okulun politik, toplumsal ve ekonomik gücü etrafında toplanmasıdır. Ulusal bir hükümetin denetimi altındaki devlet okulu eğitiminin, uyguladığı eğitim sistemi aracılığı ile kaçınılmaz olarak hükümetin buyruklarına körü körüne boyun eğecek, kişisel çıkarlarına ters düştüğünde ve akıl dışı olduğunda bile hükümetin otoritesini destekleyecek ve “doğru ya da yanlış olsa da benim ülkem" türünden milliyetçi bir görüşü benimseyecek vatandaşlar üretmeye yönelik girişimlere yol açtığı, vurgulanan görüşlerden biridir diye çıkarım yapabiliriz diye düşünüyorum.

Bir diğer radikal eleştiri konusu da okul eğitimi sistemlerinin, uygulanan eğitim süreci boyunca, monoton, sıkıcı ve kişisel tatmin vermeyen işlerde çalışmayı kabul etmek üzere yetiştirilmiş işçiler üretmede kullanılmaları olmuştur. Bu işçiler endüstriyel sistemin otoritesini kabul ederler ve bu sistemde herhangi bir köklü değişiklik arayışına girmezler. Aslında bu durumu öğretmenlere de aktarabiliriz. Öğretmenler de kalkar, öğretir ama bu iş üzerinde bir söz hakkı yoktur. Başkasının bilgisini, ideolojisini kendi beyin gücünü başkasının emrine vererek bir parçası olurlar. Bizlerin de öğretmenler olarak bu durumun farkında varmamız gerektiği son derece önemlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder