Yeniden Kavramsallaştırma Dönemi - Yazar: Gülden Sarıkoç Bilir


Geçtiğimiz ders konumuz dünyada fazlaca konuşulan yeniden kavramsallaştırmaydı. Türkiye'deki durumu gözden geçirdiğimizde güvensiz bir ortamın olduğunu, alan uzmanına değer verilmediğini, siyasetin program geliştirmede baskın olduğunu, eğitim bilimleri alanlarının lisanstan kaldırılmasının eğitim bilimlerine vurulan bir darbe olduğunu vb. gibi sorunları konuştuk.

Yeniden kavramlaştırma konusunda alanımızda Nilay Bümen'in çalışması dışında bir araştırmanın olmaması beni üzdü. Yapılan çalışmaların öğretim stratejileri, öğretmen eğitimi, program değerlendirme alanlarından olması; dünyayı takip eder görünüp de aslında takip etmeyişimiz, çağa uygun olmayışımız ve belli kalıplar içine sıkışıp kalmamız kısaca bilim yapan bir yuvada bilime çok da yakın olmadığımız sonucu ülkemiz gerçeklerine daha yakından bakmam gerektiğini hatırlattı. Türk eğitiminin yazı üzerinde pragmatik felsefeye dayanan ilerlemeci akımla oluşturulmuş bir program görünümünde; uygulamada ise  idealizm ve realizmden etkilenen esasicilik ve daimiciliğe daha yakın bir anlayışta olduğunu 13 yıllık öğretmenlik hayatımda da deneyimlemiş bulunuyorum.  Benzer durumun kurtarılmış alan olarak gördüğüm eğitim bilimlerinde de olması, isteklerimizle yaptıklarımız arasında belki dağların olması, günümüzde hızlı internet erişimi ile dünya çok yakından takip edilebiliyorken alana bir katkının olmaması hem şaşırdığım hem de yıllardır gözümün önünde olmasına rağmen görmediğim bir durumdu. Ben de dahil olmak üzere çoğumuzun görmesinin engellenmesi belki de bilinçli olarak yapılmıştı. Ben 1998 yapılanmasından sonra 2001 yılında üniversiteye başladım ve 2005'te mezun oldum. Lisans eğitimimin iyi olduğunu ve mesleğe hazırladığını düşündüm. Bu düşüncemin yanlış olduğunu, üniversitelerin meslek lisesi olmadığını, lisans eğitiminde çoğu eğitim bilimleri dersini almadığımı ve ne öğrenirsem öğreneyim öğretmenliğin sınıfta tek başına kalınca kendi kendine öğrenildiğini yaparak ve yaşayarak öğrendim. Ben şanslı öğretmenlerden biriyim, Ankara'da iyi diye değerlendirilen bir kurumda 13 yıldır görev yapıyorum. Sürekli hizmet içi eğitim alıyorum, zümre toplantılarına katılıyor akranlarımla bilgi ve deneyim alışverişi yapıyorum. Benden şanssız durumda olan ve kendince bir tarz oluşturup öğretmenlik yapan çoğu meslektaşımın olduğunun da bilincindeyim. Lisansüstü eğitim yolunu seçen insanların bir kısmının ufkunun açıldığını, bir kısmının ise düzenin içinde sessiz sedasız idare ettiğini görüyorum. Maslow'un ihtiyaç kuramında hepimiz biliriz yeme, içme gibi fizyolojik ihtiyaçlar en temeldir. Temel ihtiyaçların giderilmesi için çalışmaya ve para kazanmaya ihtiyacımız olduğu da bir kesin. Hal böyleyken bazı kişilerin sessiz sedasız istenilenleri yapması, düzenin içinde düzeni destekler görünmesini de anlayabiliyorum. Eleştirel bakan, sorgulayan, altında yatan nedenleri gören kişiler olarak yetişmemiz çok da istenilen bir durum olmayabilir. Bu nedenle kendi eğitiminin de çok engellendiğini düşünüyorum.

Öğrencilerin öğrenme deneyimlerini oluşturacak etkinliklerden vazgeçemeyiz. Onların güçlendiği, dönüştüğü ortamlar istasyon vb. etkinliklerdir. Onların oluşturduğu sonuçlar alt kültürden olabilir, onları “üst kültüre” bilinçlenmeye yönlendirecek öğretmendir. Öğretmenin ve okulun gücü önemlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder