Bu hafta
Fatma Varış’ın ‘Eğitimde program geliştirmeye sistematik yaklaşım’
Paraskeva’nın ‘the Emergence of Ralph Tyler’ ve Null’ın ‘Systematic Curriculum’
başlıklı yazılarını okuduk. Varış’ın makalesinde eğitim programlarının bir
disiplin olarak gelişmesindeki süreçlerin kısa bir açıklaması verildikten
sonra, sistematik yaklaşımın ne olduğu ve sistematik yaklaşıma Tyler’ın
katkılarından bahsedilmiştir. Makale içerisinde ilginç bulduğum kısım
sistematik yaklaşımda program geliştirilirken izlenecek aşamaların
(ihtiyaçların ve sorunların belirlenmesi, öğrenci analizi, sistematik amaç
analizi, içerik analizi, öğretim stratejilerinin belirlenmesi, değerlendirmenin
planlanması, materyallerin planlanması, zamanlama, sosyal uğraşlar, maliyet
analizi) adım adım tek tek listelendiği kısım olmuştur. Bu aşamalar program
geliştirmenin nasıl sistematik bir yaklaşımla işlendiğinin çok açık bir örneği
olarak gözükmektedir. Bir diğer okumamızda (the Emergence of Ralph Tyler)
1929’daki Büyük Buhrandan sonra sistematik yaklaşımla geliştirilen programlara
doğru giden yol, 8 yıllık çalışma ve bu çalışmanın sistematik program
yaklaşımına katkıları ve başka program çalışmalarını (Michigan Study, The
Southern Association Study, Negro High School Study) teşvik etmesi ve Tyler’ın
program geliştirme alanını şekillendirmesi detaylı olarak tartışılmıştır.
Null’ın ‘Systematic Curriculum’ isimli
kitap bölümünde de NCLB hareketinin arka planı ve sistematik program
anlayışıyla birleştiği nokta Serbest Piyasa sisteminin programlara ve eğitime
bakışı, sistematik program kuramının zayıf ve güçlü yönleri ele alınmıştır. Bu
kitap bölümünde özelikle Charters ve Bobbit ile ilgili detaylı bilgi elde etmek
ve ikisinin birleştiği ve farklılaştığı noktaları tespit etmek benim için çok
etkili bir öğrenme oldu.
Ders
sırasında yaptığımız tartışmalarda ise öncelikle sistematik program
yaklaşımının ne demek olduğu ve bizlere ne ifade ettiğini konuştuk. Bu noktada
sınıfla beraber sistematik program anlayışının kesinliği ve objektifliği
araması, gözlenebilir yöntemlere başvurması, ‘curriculum’ kelimesinin içinde
var olan ‘koşu pisti’ anlamının aslında sistematik döngüye karşılık gelmesi ve
en güvenilir yol olarak görülmesi nedeniyle de çok fazla tercih sebebi olmasını
konuştuk. Sistematik yaklaşımın araştırma yöntemi olarak deneysel araştırmaları
tercih etmesi, her yerde aynı ve iyi sonucu veren programların geçerliğinin
kabul edilmesi, nesnel ve objektif değerlendirmelerin göz önünde bulundurulması
ve gözlem yoluyla verilerin toplanması aslında bu yaklaşımın eğitimciler
tarafından neden en güvenilir ve hata verme olasılığı az olan bir yaklaşım
olarak düşülmesinin çok net bir göstergesi olduğunu düşünüyorum.
NCLB
hareketinin aslında çıktıların belli olması, her ögenin herkes için standart ve
aynı olması, standart sınavların yapılması, etkililiğe ve verime önem
verilmesinin ve hesap verilebilirlik yöntemlerinin kontrol amaçlı sürekli
olarak işe koşulmasının sistematik eğitim anlayışıyla benzeştiği yönlere sahip
olduğunu tartıştık. Bu noktadan da NCLB hareketi, sistematik eğitim ve ülkemizde
göçmenlerle ilgili yaşanan sorunlarla bağlantı kurmaya çalıştık. Amerika’ya 1890 ve 1920 yıllarında yaklaşık
30 milyon göçmenin gelmesi ve çoğunluğunun çocuk olması, dolayısıyla eğitime
ihtiyaç duymaları, İngilizce bilmemeleri ve Amerika’da 19 yy.’ da baskın olan
klasiklerin temel alındığı programların süreci bu göçmenler için daha da
zorlaştırdığı üzerinde durduk. Amerika’nın bu ihtiyaçları göz önünde
bulundurarak programlarında esneklik sağlaması durumu ile Türkiye’deki Suriyeli
göçmenlerin durumunu karşılaştırdık. Ne yazık ki, sınıfça ülkemizde bu
göçmenleri eğitim sürecine dâhil etmek, onların uyumunu en üst düzeyde
gerçekleştirebilmek için ciddi adımlar atılamadığını ve bu öğrencilerin var
olan sistem içerisinde ya kendilerini var edebilmek için çok çabaladıklarını ya
da tamamen vazgeçtiklerini tartıştık. Hatta hocamızın Sosyal Bilgiler kitabında
göç konusunun bile günümüz gündemiyle ilişkilendirmeden çok yüzeysel olarak ele
alındığını söylemesi üzerine sistemin bu olaya bu kadar gözünü kapatmasının ise
tamamen sistematik eğitim anlayışını yansıttığını yorumladık.
Dersin
ilerleyen bölümlerinde ise Friedman ve eğitime bakış açısından bahsettik.
Devlet okullarının özelleştirilmesi, iş dünyası ile eğitimin iç içe bir hal
alması gibi serbest piyasanın eğitim üzerinde olan etkilerini tartıştık.
Serbest piyasa odaklı kişilerin etkili, işini iyi yapan bireyleri
yetiştirilmesini savunduklarının ve ‘ne öğretilsin’ sorusuyla
ilgilenmediklerinin üzerinde durduk. Ne öğretilsin sorusuyla ilgilenmeyen
serbest piyasa programı sistemin bir parçası olarak önemli görmezken eğitimle ve
eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili birçok yoruma sahiptir. Friedman’ın
ayrıca ölçmeyi en iyi kontrol aracı olarak görmesinin tam olarak sistematik
eğitim anlayışıyla eşleştiği üzerinde durduk.
Dersimizin
Tyler, Taylor, Bobbit ve Charters’ı ayrıntılı olarak analiz ettiğimiz bölümü
benim için en verimli geçen kısımlarından biriydi. Çünkü bu kişilerin ne
noktada birleştikleri ne noktalarda ayrıldıkları ile ilgili kafamda net bir
resim çizebilmek çalışmalarım açısından benim adıma çok yararlı oldu. Makine
mühendisliği eğitimi görmüş Taylor’ın 1911 yılında Scientific Management ile
ilgili yazdığı kitapta bahsettiği fabrika yöneticilerinin işçilerinden en fazla
verimi alabilmek için izlemeleri gereken yöntemlerin, Taylor’ın kendi çabaları
dışında Bobbit ve Charters tarafından program ve öğretim alanları ile
ilişkilendirildiğini okumalarımdan öğrenmek benim için ilgi çekiciydi.
Scientific management yöntemi ile ilgili izlediğimiz video da bu görüşün
ilkelerinin eğitimle nasıl ilişkilendirebileceğimizi ilişkilendirebilmemizi
kolaylaştırdı. Scientific management aynı fabrikalardaki işçilerden beklenen
verimin, öğretme-öğrenme sürecinde özellikle test sonuçlarına bağlı olarak
öğrenci, öğretmenlerden de beklenmesi ile ilişkilendirilebileceğini tartıştık.
Daha sonra
Tyler’ın yanlış anlaşılıp anlaşılmadığı konusunda ne düşündüğümüzü tartıştık.
Okumalarda da gördüğümüz üzere davranışsal hedeflerin baskın olduğu sistematik
bir program geliştirme sürecini savunan Tyler’ın tam olarak davranışçı
görülmesinin yanlış olabileceğini aslında kendisinin de davranışçılığa tam bir
atfının olmadığını, nitekim 1960’lı yıllarda aktif öğrencilerin ve okul dışı
öğrenmelerin öğretme-öğrenme sürecinde aktif rol oynaması gerektiğini
söylediğini ve aslında düşüncelerinde bir nevi dönüşüm yaşadığını tartıştık.
Tyler’dan sonra sistematik program anlayışının diğer savunucuları olan Bobbit
ve Charters’ı karşılaştırmalı bir yaklaşım içerisinde ele aldık. Bobbit’in
özellikle ekonomi ve iş hayatından etkilendiğini, program geliştirme sürecinde ne
öğretilmesi gerektiğine karar verilirken yetişkinlerin davranışlarına bakılması
gerektiğini düşündüğünü, ‘activity analysis’ yönteminin Bobbit’in program
geliştirme sürecinin mihenk taşı olduğunu tartıştık. Program geliştirilirken
toplumdaki en etkili bireylerin davranışları incelenip kategorilere ayrıldıktan
sonra hangi öğrencinin toplumdaki hangi rölü yerine getirebilmek için yeterli
olduğunun belirlenmesi adımı gelmektedir. Charters’ın da iş analizini
savunmakla beraber düşüncelerini daha çok öğretmen eğitimiyle ilişkilendirdiği
üzerinde durduk.
Akademik
günlüğümü geriye dönüp okuduğumda, bu haftaki dersin aslında genel çerçevesine
aşina olduğum sistematik yaklaşımla ilgili yeni öğrenmeler elde etmem
noktasında bana çok yardımcı olduğunu görüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder