8. haftamızdaki konuğumuz
Gazi Üniversitesinden Prof. Dr. Nurdan Kalaycı Hocamız oldu ve bizimle yaratıcı
düşünme ve inovasyon üzerine paylaşımlarda bulundu. Bu haftaki değerlendirme
yazımı hem Nurdan Hocanın katılımının bende bıraktığı izler hem de derste
üzerinde durduğumuz konuların zihnimde uyandırdığı düşünceler üzerine
yapacağım.
Guy Senese’in ardından Nurdan
Hoca bu ders kapsamında bizim ikinci misafirimiz oldu ve her ikisini de
tanımaktan büyük keyif aldım. Farklı kurum ve çevrelerden gelen
akademisyenlerin derslerimize katılmasını ve bizlerle paylaşımda bulunmalarını
oldukça önemli buluyorum çünkü böylesi etkileşimlerin bizim çevremizde olup
bitenleri gerek akademik gerek sosyal anlamda daha iyi algılamamıza ve
anlamamıza yardımcı olacağını ve böylelikle de bizim daha geniş ve kapsayıcı
bir bakış açısına sahip olmamızı sağlayacağını düşünüyorum. Kendi içinde
bulunduğumuz akademik ortamın yarattığı küçük
dünyamızdan biraz uzaklaşıp alanımıza ilişkin diğer ülkelerde ya da
kurumlarda nelerin tartışıldığını, nelerin eksik ya da doğru bulunduğunu ve
ortak noktalarımızın ve ayrıştığımız konuların neler olduğunu keşfetmemiz bizleri
daha donanımlı eğitmenler, akademisyenler ve bireyler yapacaktır. Bu yüzden akademik
paylaşımlar ve tartışmalar sadece konferanslarla ve seminerlerle sınırlı
kalmamalı, sınıf ortamına da taşınmalı diye düşünüyorum. Özellikle de bizlerden
farklı bakış açısına sahip bireylerle etkileşim içerisinde olmak, üzerinde
tartıştığımız ya da çalıştığımız konuya ilişkin kendi fikirlerimizi gözden
geçirmemize ve onları sağlam temellere oturtmamızı sağlayacağı gibi birbirimizin
görüşlerine karşı yapıcı eleştiriler geliştirmemize ve böylece saygı,
karşılıklı kabul ve anlayışa dayalı bir paylaşım ortamı oluşturmamıza da
yardımcı olacaktır. Böylesi olumlu bir iklimin hâkim olduğu yerde de
paylaşımlarımız sadece bilgiyle ya da bilginin aktarımıyla sınırlı kalmayacaktır;
yaratıcı düşünme ve çalışma yönümüz de ortaya çıkacaktır ve bu sayede alanımıza
ilişkin gerçek anlamda bir şeyler üretmeye
başlayacağız.
Üretim, yaratıcı düşünme
ve inovasyon Nurdan Hocanın da derste üzerinde durduğu konulardı. Pek çoğumuzun
bildiği gibi eleştirel düşünme, problem çözme, iletişim ve işbirliği
becerileriyle birlikte yaratıcılık 21. yüzyılın temel yeterliklerinden birini
oluşturmaktadır ve üretimle arasındaki ilişkiden dolayı yaratıcı düşünme,
Nurdan Hocanın da belirttiği gibi, “kalkınmanın temelinde yer almaktadır”. Bu
kalkınma sadece teknolojik ya da sanatsal ürünlerin üretimiyle
gerçekleşmeyecektir elbette; toplumu, kültürü ve değişen dinamikleri anlamamıza
yardımcı olacak fikirlerin üretimi de kalkınmaya yardımcı olacaktır.
Yaratıcı düşünme ve
inovasyon, yani “yaratıcılığın ticari ustalıkla birleşmesi ve yeni fikirlerin bir
yarara dönüşmesi” (Kalaycı), ticari kaygıları ve ekonomik gelişmeyi akla
getirse de eğitimciler olarak bizi ilgilendiren boyutu yaratıcı düşünme ve
inovasyon neticesinde ortaya çıkan ürünün
sağlayacağı eğitsel ve toplumsal yarardır. Eğitimciler olarak bizler
yaratıcı düşünmeyi ve inovasyonu derslerimizde ve eğitim programlarımızda işe
koştuğumuzda doğrudan maddi bir kazanç elde edemeyebiliriz belki ancak bizim
elde edeceğimiz kazanç – daha iyi bir öğrenme ortamının oluşturulması, daha
kalıcı öğrenmelerin geliştirilmesi gibi – ondan daha değerli olacaktır çünkü bu
toplumun dönüştürülmesinin ve kalkınmasının önünü açacaktır.
Hayal gücü ve
yaratıcılığın her bireyin içgüdüsel olarak sahip olduğu özelliklerden olduğunu
düşünüyorum. Özellikle küçük yaş gruplarındaki çocuklarla etkileşime
geçtiğimizde, onların oyunlarını izleyip konuşmalarını dinlediğimizde ya da
resimlerini incelediğimizde hayal güçlerinin ve yaratıcılıklarının uçsuz
bucaksız olduğunu görebiliyorsunuz ve bu noktada insan ‘onların zihni
bizimkinden farklı çalışıyor’ demekten kendini alamıyor. Peki nedir bu genç
dimağlarla biz yetişkinler arasındaki fark? Yaş aldıkça yaratıcılığımızın azalışının
ya da yok oluşunun sebebi nedir? Bunun sosyal, kültürel ve ekonomik boyutları
vardır elbette ancak benim üzerinde durmak istediğim eğitim sistemimizle ilgili
olan boyutu. Dewey’in de söylediği gibi okul hayatın kendisi olmalıdır.
Bireylerden hayal güçlerini geliştirmelerini ve bunun neticesinde yaratıcı ve
inovatif ürünler ortaya çıkarmalarını bekliyor ve istiyorsak onları uzun yıllar
süren eğitim serüvenlerinde kalıplara hapsetmemeliyiz. Bireyler eğitim hayatım
boyunca yaratıcılığı deneyimlemeliler ki edindikleri bilgileri hayal güçleriyle
birleştirerek yaratıcı ve inovatif ürünler geliştirebilsinler.
Gerek bizim eğitim
programımızı gerekse dünyadaki diğer eğitim programlarını incelediğimizde uzun
bir süredir yaratıcı düşünmenin o veya bu isim altında eğitim sistemlerinin bir
parçası olduğunu görüyoruz ancak ülkemizden çıkan yaratıcı fikir ve ürünlere
baktığımızda bu kazanımın gerçekleştiğini söylemek pek mümkün değil çünkü bunu
sadece sistemin ya da dersin sonundaki bir ürün
ya da çıktı olarak görüyoruz.
Oysa ki yaratıcılık ve yaratıcı düşünme öğrencilerin derslerinde işe koştukları
ve deneyimledikleri bir eylem olmalı; öğrenciler öğrenirken bu yönlerini
kullanmalı ve öğrenirken üretmeliler. Bunun için öncelikle onların üzerindeki
yanlış yapma ve başarısız olma baskısını kaldırmamız lazım, çünkü bu korkular
beraberinde tekdüzeliği getiriyor. Tıpkı bir fabrika bandından çıkan ürünler gibi,
okul hayatına başlayan öğrenciler sonunda hayata aynı dar pencereden bakan,
yeni bir fikir ya da ürün ortaya koymaya çekinen ve cesaret edemeyen bireyler
olarak çıkıyorlar. Maalesef merkezi sınav sistemi ve suni bir biçimde
öğrenciler arasında oluşturulan yarış da bu tekdüzeliği tetikliyor. Ayrıca
tarih, matematik gibi bilgiye dayalı konu alanlarının eğitim programlarındaki
yerini dengelemeliyiz; öğrencileri resim, müzik, dans, şiir, tiyatro gibi
sanatlarla daha fazla buluşturmalıyız ve bu sanat dallarını hayatlarının bir
parçası haline getirmeliyiz. Yine maalesef diyorum biz bu konuda çok ama çok
eksiğiz ve her geçen gün eğitim yaşantımızda sanattan biraz daha uzaklaşıyoruz.
Bunu bireyin ya da ailenin sorumluluğuna bırakıyoruz ki bence çok yanlış. Üzerinde
çalışmamız gereken bir diğer nokta da öğrencilerin farklılıklarla
tanıştırmalıyız ve örneğin farklı yaş grubundan, etnik kökenden gelen
bireylerle etkileşim halinde olmalarını sağlamalıyız. Bu onların sosyal
becerilerini artıracağı gibi sorgulamalarını ve eleştirel düşünmelerini de
geliştirecek, farklı dünyalar olduğunu keşfetmelerini sağlayacak ve onların çok
yönlü bireyler olarak gelişimini destekleyecektir. Yazımı konuyla ilişkili
olduğunu düşündüğüm ve beni bir adım atmaya, sınırlarımın ötesine geçip daha
fazlasını yapmaya cesaretlendiren Samuel Beckett’in çok sevdiğim bir sözüyle
bitirmek istiyorum: “Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Yine dene. Yine yenil.
Daha iyi yenil. (Ever tried. Ever failed. No matter. Try Again. Fail again.
Fail better.)”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder