Guy
Senese’in geldiği bu ders benim için oldukça ufuk açıcı bir ders oldu. Jean
Jeacque Rousseau’nun “Toplumsal Sözleşme” si ile söze başlaması ve Anıtkabir’i
ziyareti sırasında gördüğü Atatürk’ün okuduğu kitaplardan da oldukça etkilenmişti.
Türkiye’deki toplumsal sözleşmenin yani Cumhuriyetin üç yapı taşı olduğundan
söz etti. Bunlar:
· Akılcılık
· Hümanizm
·
Gelenek
Guy
öğretmenin gücünün gelenekten geldiğini söyledi. Gelenek konusunu biraz daha
açmamız gerekli diye düşünüyorum. Öğretmene duyulan güven, cömertlik,
vericilik, insani değerler... Evet, Türkiye’de geçmişten günümüze gelen
öğretmenlik mesleğinin kutsallığına dair bir inanç var. Ancak bu inanç maalesef gün geçtikçe
azalmaktadır. Şu anda öğretmene çoğu zaman çocuk bakıcısı muamelesi yapan
veliler, sadece evrak hazırlama yükümlülüğü veren idareciler ve tam olarak
nereye koyacağını bilemeyen öğrenciler tarafından öğretmenlik mesleği
değersizleştirilmektedir. Bunun sebebi biraz da öğretmenlerin kendisinden de
kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Maalesef
henüz okulun ilk gününde yaz tatiline kaç gün kaldığını hesaplayan, kar tatili
olduğunda oldukça coşkuyla sevinen ve bunu sık sık dile getiren öğretmenler
var. Evet,zor şartlarda çalışılıyor. Çok yorucu ve yıpratıcı bir meslek ama toplum
tarafından değer görmek istiyorsak bence öncelikle biz kendimizi değerli
kılmalıyız ve yaptığımız işin öneminin farkına varmalıyız. Hep diyoruz
“öğretmenlik vicdan işi” diye ama aslında öğretmenlik kişinin vicdanına bırakılamayacak
kadar önemli bir meslek. Neden onlarca çocuğun hayatı, geleceği benim vicdanıma
kalsın? İşte bu noktada öğretmenliği nasıl gördüğümüz ve anlamlandırdığımız
önem kazanıyor. Eğer bir teknisyen gibi görüyorsak sadece istenileni yapar
işimi bitiririm diyerek bu mesleği sürdürebiliriz. Eğer, öğrenme işini kılavuzlayan hem bir rehber hem
bir program yapıcı hem de öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçlarını dikkate alan bir
profesyonel olarak görüyorsak öğrencilerimizi dolayısıyla da toplumu ileriye götürme şansını
yakalayabiliriz. o zaman da gerçekten geleneklerimizden gelen öğretmenlik
mesleğine olan inancı güçlendirebiliriz.
Guy,
Marx ve Freire’nin eğitimcinin sorumluluğu konusunda kesiştikleri noktayı “sosyal
adaleti sağlamak” olduğunu söyledi. Bu gerçekten çok önemli bir misyon. Bir
öğretmenin gücü bunu yapmaya yeter mi? Bunun yanı sıra üniversitelere yüklediği
misyon da bana oldukça ilginç geldi. Üniversite gibi kurumlar toplum için
varlar. Varoluş nedenleriyle ilgili verdikleri sözleri tutmuyorlar. Üniversiteler
gençleri sokaktan alıyor. Buralardan mezun olanlar iş bulamadıkları için kendilerini
suçluyorlar. Gençlerde “yetersizim” algısı var Bunu çözmek için eğitim
politikalarıyla ilgili çözümler gerekmektedir. Bu noktada ben üniversitenin iş
garantisi veren bir kurum olarak görülmesini çok doğru bulmuyorum. Bence
entelektüel olarak gelişmek için birey üniversiteye gidebilmeli.
Benim
için oldukça çarpıcı bir tespit de okullardaki rekabet ortamı ile ilgili
söyledikleri oldu. “Okullardaki yarışmacılık, rekabet başarısızlığı
desteklemektedir. Kaybetmeyi meşrulaştırmaktadır. “No Child Left Behind” yasası
sonucunda da geride kalan çok çocuk olmuştur. Bu yasa retorik olarak çok
iddialı ve güzel sözler ama içi boş ve ölçme değerlendirmeyi oldukça fazla
önemli kılmaktadır.” Aslında bizim de geldiğimiz nokta maalesef şu anda buna
çok yakın. Her gelen politikacı, yönetici süslü ve güzel sözlerle projeler
başlatıyor ama maalesef çoğu başarısız oluyor ya da sonucunda hiçbir şey
çıkmıyor. Sürekli sistemi değiştiriyoruz ama rekabet ve dolayısıyla
başarısızlığı da engelleyemiyoruz. Sınavların adı ve şekli değişiyor ama mantık
hep aynı. Kimileri kazanıp kimiler kaybedecek… Rousseaou Naturalizm
felsefesinde bu durumu okulların sisteminin çocukların doğasına uygun olmadığı
noktasında eleştirir. Bu rekabet ortamı çocukları mutsuz, başarısız, hırslı ve
bencil bireyler haline getirmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder