Guy Senese'in Ziyareti - Yazar: Seda Şahin


Türkiye’de eğitimi çarpıcı şekilde etkileyen ve eğitimin neredeyse geçmişe dair iz bırakmadan değişimi Cumhuriyet’in ilanıyla başlamıştır. Prof. Dr. Guy Senese bunu oldukça açık bir şekilde (akılcılık, hümanizm ve gelenek) ifade etmiştir. Özellikle Anıtkabir’de çektiği fotoğrafı bizlerle paylaşarak aslında baktığımız her yerde eğitime yönelik izlerin olduğunu görebileceğimizi gösterdi. Özellikle kız çocuklarının eğitimini önemsemesi bir nevi bu durumun evrensel bir sorun olduğunu bana yansıttı. Hangi ülkeden olursak olalım eğitim sorunları aslında evrensel bir nitelik taşıyor. Çünkü programları etkileyen faktörler örneğin toplum, politika, din, hükümetler, iş adamları, küreselleşme, teknoloji vs bunların hepsi bizim de kendi programlarımızda konuştuğumuz ve çözüm aradığımız sorunlardır. Aynı zamanda öğretmenlik kutsal bir meslektir ve vicdan işidir cümlelerini sadece kendi ülkemizde duymadığımızı öğrendik.

Egemen ideoloji kavramına sık sık değinen Guy senese “Calvinizm” i eğitimle sıkı sıkıya bağdaştırmıştır ki bu benim için oldukça mantıklı oldu. “Din, eşitsizliği destekliyor” cümlesi ise bizim toplumumuzda da oldukça denk geldiğimiz bir durumdur. Özellikle kadercilik anlayışının egemen olduğu İslam dininde işçi sınıfı yetiştirmenin kolaylıkla meşrulaştırıldığını görüyoruz. Aslında hangi din ya da devlet olursa olsun insanlar(hakim sınıf) eğitim aracılığıyla ideolojilerine ulaşmaya çalışıyor. Bunun üzerine “mademki egemen ideoloji alt ve orta sınıfların alt konumda kalmalarını destekliyorsa, neden bu sınıflar egemen ideolojiye uygun biçimde davranmaktadır” diye sorulabilir. Hegemonya kuramcılarına göre bu durumun iki sebebi vardır. Ya bu bireyler alternatif bir anlayışa sahip değil ya da mevcut yapılar bu bireylerin hareket edecek alanlarını oldukça kısıtlamaktadır. Okullar da bu duruma karşı bireylerin farkındalığını geliştirmek yerine bu durumun devam etmesini sağlayacak araçlar olarak hareket etmektedirler. Okullardan hareketle değinilen diğer konu ise öğretmenlerdir. Bu sürecin en önemli aktörü olarak nitelendirilebilir. Öğretmenlerin bu duruma birer izleyici oldukları görüşüne tamamıyla katılmıyorum. Öğretmenler öğrencilerin düzeni sorgulamasına yardımcı olabilir. Örneğin “Kazanım: 6.6.2.2. Farklı türdeki yakıtların ısı amaçlı kullanımının, insan ve çevre üzerine etkilerini araştırır ve sunar.” Bu derste altıncı sınıftaki çocuklara kömürün ne olduğunu nasıl çıkarıldığını sordum. Çocuklar maden ocaklarından bahsettiler. Daha sonra maden ocaklarındaki çalışma şartlarını bilip bilmediklerini ve maden kazalarını nasıl değerlendirdiklerini tartıştık. Buradan hareketle çocuklara “33” filmini izlemelerini önerdim. Çocuklardan aldığım cevaplar çarpıcıydı. Belki de daha çocuk dediğimiz bireyler şirketlerin bu durumdan sorumlu olduklarını, işçilerin haklarını bilmediklerini söylediler. Bu durum beni oldukça memnun etti. Belki de küçük bir adımdı hepimiz için. Tabi bunu yapmak isterken zor duruma da düşebileceğimiz durumlar olabilir. Birçok durumda da kaçındığımız konular –evrim konusu- oluyor. Aslında haklarımızı korumanın en önemli yolu olarak öğretmen örgütlenmesine değinen Guy Senese ancak bu durumda karşı koyabileceğimizi ifade etti. Fakat şu anki durumumuzu düşündüğümde aklıma “Freire’nin ifade ettiği gibi en alçak bilinç seviyesi kuşkusuz üçüncü dünya toplumlarındaki sessizlik kültürüdür” (Spring,2010) cümlesi geldi. Çünkü sessizliğimizi koruyarak yani itaat ederek bir nevi haklarımızı koruyor oluyoruz.

Guy Senese kaynağını Freire, Marx Rousseaou gibi düşünürlerden aldığını ifade etti. Derste bu düşünürlerin felsefesine ilişkin yansımaları oldukça hissettik. Özellikle derste üstünde durduğumuz nokta ve beni düşündüren konu ’modern toplumsal kurumların gücünü büyük ölçüde halktan aldığı ve halkın bu kurumların otoritesini ve meşruiyetini kabul etme gönüllülüğüne dayandığı inancıdır. İnsanların kişisel tatmin olmadan bu otoriteyi kabul etmeye istekli oluşlarıdır.’ tartışması oldu.

Aslında hiçbir dünya devleti sosyal yapılanmış bir düzeni kabul etmez. Bireyleri de bu şekilde yetiştirmek istemez. Thomas Hobbes’ in 1680 yılında liberal eğitim anlayışının devlete zarar verdiğini ifade etmesi ve Kralı bu şekilde yönlendirmesi bize gösteriyor ki yüzyıllar öncesinden gelen güçlü bir egemenlik görüşü vardır. Egemenliğin devamı için egemenliği destekleyecek ve karşı çıkmayacak toplulukların yetiştirilmesi gereklidir. Tehlike arz etmeyecek ve durumu muhafaza edecek bireyler yığınlar halinde okullarda yetiştirilmektedir. Bana göre okullar bireylere ulaşımı ve toplu üretimi kolaylaştırmakta oldukça etkilidir. Son olarak öğretim programları ve okullar arasında yapılan sıkı sıkıya bağlılık yemini ile başarı ve başarısızlık ölçümleri yapılmaktadır. NCLB gibi yenilik adı altında yapılan ve değerlendirmenin ön plana çıktığı süreçlerde ezilenler öğretmenler ve öğrenciler (bir nevi toplumun büyük kısmı) olmaktadır. Aslında Guy Senese ”Geride bırakılan çocuklar” ifadesiyle durumu çok güzel özetliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder