Eğitim programı kavramı, ilk kez
kullanılmaya başlandığından bu yana birçok kez yeniden tanımlanmaya
çalışılmıştır. Kimileri bu durumu alanda var olan ve sürekli şikayet edilen
karmaşayı gereksizce arttırdığı için eleştirirken, tam tersine alandaki
üretkenlik üzerinde olumlu yansımasının olduğunu ve arayışımızı sürdürmemiz gerektiğini savunanlar da bulunmaktadır.
Aynı olguya ilişkin farklı tanımların
yapılmasının arkasındaki itici güç nedir? Aslında bu soru yanıtlanmadan önce,
bir adım geride duran başka bir sorunun cevap bulması gerekir; “Bir tanıma
ihtiyacımız var mıdır?”. Tanımlar, bir olgunun özelliklerini eksiksiz olarak
belirtmeleri ile ister istemez yanlarında sınırlayıcı ve şekillendirici
etkilerini de getirirler. Ancak o “ilk adımın” atılabilmesi için gereklidirler;
başlangıç için seçip bizi nereye götüreceğine bakacağımız bir tanıma gereksinim
duyduğumuz açıktır.
Bir tanıma ihtiyacımız olduğu savıyla
devam edecek olursak, eğitim programına karşılık gelen açıklamalar neden
değişmektedir? Ben bu değişkenliğin eğitime atfedilen anlamla ilintili olduğunu
düşünüyorum. Eğitimden beklentiniz, o beklentinizi gerçekleştirmek için
kullanacağınız araç olan “eğitim programının” elbette nasıl kurgulanacağına ve
nasıl bir forma sahip olacağına da yön verecektir. Eğer eğitimle ulaşmak
istediğiniz sadece faydalı becerilerin kazandırılmasıysa ve sizin için öğrenciler
mekanik bir sistemdeki rutin mecburiyetleri olan objeler ise, eğitim programına
eylem ifade etmeyen bir anlamın yüklendiği, nesnelliğin altının çizildiği
pozitivist anlayış yardımınıza koşacaktır. Ancak bireyin önemini ve herkesin
kendini gerçekleştirebileceği eğitim sistemini işaret eden bir bakış açısına
sahipseniz, pozitivizm sonrası anlayışlar eğitim programını tanımlamada size
gerekli doneleri sunacaktır; öğrencilerin kendilerini ifade etmelerine olanak
tanıyan ve kendilerini keşfetmelerini önceleyen pozitivizm sonrası yaklaşımlar
eyleme, etkenliğe ve öznelliğe vurgu yapmaktadırlar.
Bu yaklaşımların öncülerinden Pinar
sadece “şimdiye” odaklanıldığını vurgulayarak, eğitim programlarını bireyi
anlatmayan, bireyin kendini anlamlandıramadığı ve bireye ne olduğuyla
ilgilenmeyen tasarımlarından ötürü eleştirmektedir. Ona göre akademik
disiplinler sadece araçtır, amaç ise bireyin kendini ortaya koymasını sağlamak
olmalıdır. Pinar (1975) eğitim programını açıklarken tüm sözlük anlamları
“eylem” içeren “currere” kavramını özellikle kullanarak, programlardaki
bilimsel ve nesnel anlayışın karşısında bir tavır sergilemiştir. Ona göre
program bir otobiyografik ve politik bir metin olarak düşünülebilir; elbette
buradaki politik vurgusu güç erklerinin düşünceleri ile ilgili değildir; bireyin
kendi politikalarını yansıtacağı bir metin olmasının göstergesidir.
Pinar’a göre currere ile “şimdi”nin kabusu
olarak nitelendirdiği, “öğretmenlerin eğitim programları üzerinde kontrolünün
olmayışının” üstesinden gelinebilir. Aslında, siyasi erklerin program üzerinde
herkesten daha fazla söz sahibi olduğu, programın geliştirilmesinden
uygulanmasına kadar her adımda yönlendirmelerinin bulunduğu gerçeğinin yanında,
öğretmenin sınıf içinde belirli düzeyde özerkliğe ve tüm sınırlandırma
girişimlerine rağmen bir özgürlük alanına sahip olduğu unutulmamalıdır, en çok
da öğretmenlerin kendisi tarafından. Pinar da tam bu noktada, eğitim programı
üzerinde dört adımdan oluşan bir düşünsel yolculuğu önererek, kontrolün geri
alınması için bir çıkış noktası sunmaktadır.
Yöntemdeki dört aşamayı şu şekilde
özetlemek mümkündür: Geçmişe dön ve eğitsel deneyimlerini anla (Regressive),
geleceği hayal et (Progressive), bugünü anla (Analytical) ve bu üç aşamayı
birleştirerek bir bütüne ulaş (Synthetical). Bu yöntemin en önemli çıktılarından
birisinin geçmişimizden, bugünümüzden yola çıkarak geleceğimizi şekillendirmek
olduğu kanaatindeyim. Geçmişimiz geleceğimiz olmak zorunda değildir, ancak
bunun için bugüne nasıl geldiğimizi, ne bildiğimizi, nasıl düşündüğümüzü
anlamalı ve bunların nasıl şekillendiğini kavramalıyız ki değişiklik yapabilmek
mümkün kılınsın. Pinar’ın bu yöntemi içsel bir yolculuk, kendisi ile öznesi
arasındaki mesafeyi azaltma fırsatı ve kişinin varsayımlarını, inançlarını ve
düşüncelerini gözden geçirme olanağı olarak düşünülebilir. Bu sayede kendi
eğitsel deneyimlerimizi daha derinlikli ve anlamlı olarak kavrayabilir, dünü,
bugünü ve yarını bir araya getirerek, ulaştığımız yeni düşünme biçimini eğitim
programlarına yansıtabiliriz. Bir öğretmen olarak, program geliştirme evresinde
dikkate alınmayıp önemsizleştirilirken, sahaya geçildiğinde en önemli paydaşa
evirilmemizi her zaman oldukça ilginç bir durum, bir ironi olarak
nitelendirmişimdir. Tam da bu noktada, Pinar’ın metodunun, özgürlük alanımızda değerlendirilmesi
gereken önemli bir alternatif olduğunu düşünüyorum. Eğitimciler olarak bizler
de kendi içsel yolculuklarımıza çıkabilir, geçmişi, şimdiyi ve yarını analiz
ederek, elde ettiklerimizle öğrenme yaşantılarının organize edilmesine farklı
bir boyut kazandırabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder