William Pinar tarafından yazılan “Method
of Currere” ve Fatma Mızıkacı hocamız tarafından yazılan “Müfredat” makalelerini
çok bilgilendirici buldum. Pinar’ın anlatımı oldukça soyut ve yorucuydu bu
nedenle bir kısmını anlamada Fatma hocanın makalesinin tamamlayıcı olduğunu ve “currere”
kavramının netleşmesini sağladığını düşünüyorum. Öncelikle makalede ilginç
bulduğum noktaları paylaşmak isterim. Program çalışmalarında insanların
biyografik geçmişlerinin genellikle göz ardı edildiği ancak aslında yok
sayılmayacak kadar önemli olduğu, birinin nerede olduğunu bulabilmesi için
geçmişin yerini de tespit etmesi gerektiği, geçmiş, şimdi, gelecek ve bunların
çok boyutlu ilişkisini anlamaya çalışmanın önemi (üç fotoğrafı birden
yorumlayabilmek) ve ancak bu şekilde programların bir anlam kazanabileceği
makaledeki önemli noktalar arasında yer alıyor.
Ayrıca “currere” kavramını yöntem
olarak ele aldığımızda bu yöntemin geçmişi anlamak, geleceği düşünmek, şimdi ve
buradayı çözümlemek, bu üçünü sentezleyerek yeni bir düşünme biçimi ortaya
çıkarmak üzerine kurulu olduğu yani bireyi geçmişe götürerek kendini anlama,
fırsatlar üzerinden düşünme çabası, analitik olarak olaylar arasındaki çok
boyutluluğu fark etme, sentez de ise şimdinin anlamını sorgulayarak bunu ortaya
çıkarmak diye düşünülebilir. Tüm basamaklarda öznel olmanın önemi ve
gerekliliği bir taraftan da bu vurguyla programlardaki bilimsel nesnelliğe de yapılan
bir eleştiri bulunmaktadır. Programlar eleştirel bir bakış açısı ile sorgulanmaktadır
çünkü program başkasının bilgisidir, dışardan empoze edilir. Birey olmanın
ötesinde önce toplum olmayı öngören bir yapıdır. Ancak birey kendi
deneyimlerinden yola çıkarak programın bir parçası olabilmelidir, bunu sağlayacak
olan ise bireysel tecrübelerimiz, kendimizdir (otobiyografiler). Dolayısıyla herkes
için ortak tek bir program anlayışından uzaklaşmamızı önermektedir. Yine bu
yöntem araştırmacı ile konusu arasındaki mesafeyi azaltmaya çalışmaktadır (mekânsal
mesafenin değil rol mesafesinin azalması). Yani bu yöntemle zamanla
kavramsallaştırdığımız şeyin görünür hale gelmesi sağlanmaktadır. Bunun için kendi
varoluş deneyimimizi bir veri kaynağı olarak ele alır (psikoanlalitik tekniği
ile) gerekirse meditasyon yaptırarak düşündürtür, geçmişte neyin etkilerinin
hala yansıdığını keşfettirir, bir nevi kendini tanıma, nerede olduğunu
keşfetme, içsel deneyimimize bir yolculuk yapma olarak görülebilir. İşte bu
noktalarda da tekrar günümüz programlarına eleştirel atıflar yapmaktadır.
Makalede yazar görüşünü destekleyecek
örnekleri oldukça iyi seçtiğini düşünüyorum dolayısıyla ister istemez
“gerçekten de öyle!” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Örneğin Decartes’ın sözü
“Düşünüyorum ancak ben, düşüncelerimden fazlasıyım. Düşünceler suyun altındaki
kabarcıklar gibi ve ben yüzeydeyim.” Yani düşüncelerimi etkileyen o kadar çok
boyut var ki tek başına o anki düşünceyi ele almak aslında anlamı oluşturmada
yeterli değil. Bu tıpkı bağlamı olmadan bir kavramı tanımlamaya çalışmak gibi
ama aslında onu anlam katacak olanlar diğer önemsiz gördüklerimiz ya da o kavramın
bağlam içinde bulunma biçimidir.
Yine makalede başka ilginç bir nokta
programlardaki aktarım ilişkisine de eleştirel bir bakış açısı sunması. “Deneyimler
bazen yanıltıcı olabilir.” sözünü David Cooper’ın “Bir aktarım ilişkisi ile
gerçek arasındaki sınırlar hemen hemen hiç netleşmedi.” sözü ile destekliyor ki
kesinlikle katıldığım sadece program boyutunda değil yaşamda da karşılığı olan
bir söz. Bazen kendi deneyimlerimiz bile yanıltıcı olabiliyorken bunu aktarmaya
çalıştığımızda belki atladığımız, unuttuğumuz ve o an için önemli görünmeyen
noktalar olabilir.
Reconcenptualism’in ortaya koyduğu
currere kavramı bana göre programdaki hedef ve değerlendirme gibi linear
çizgide ilerleyen yapıdan ziyade anlama odaklanan, eğitimdeki standartlaşmaya
karşı bireyin öznelliği ve biricik olduğundan hareket etmektedir. Bu nedenle
bireyi anlamayan, başkasının deneyimini sunan program çalışmaları bir tarafa
bırakılması gerekir. Her birey programlarla kendini keşfetmeli ve
gerçekleştirmelidir. Günümüz program anlayışına yapılan eleştirilerden bir
diğeri programın sadece şimdiyi ele almasıdır. Ancak insan sadece bugünden
ibaret değildir; geçmişi, gelecek planları, öngörüleri vardır.
Currere’de bir değişim, dönüşüm söz
konusudur, bireyin nereye bakması gerektiğini bir kez daha düşündürtmektedir.
Bir konunun öğretiminden çok o konun bizdeki “neyi” dönüştürdüğüdür. Eğitim
programının da amacı da bu mu olmalıdır? Sınıfta geçen güzel bir söz vardı
“Geçmişimizin geleceğimiz olmasını istemiyorsak curere bakmak gerekiyor.” Fatma
Hoca’nın makalesinde geçen “Currere kendinin bilgisidir, anlama eyleminin
kendisidir, cevapların kişinin kendi dünyasında aramasıdır ve kendi anlama
projesidir.” aslında her şeyin özeti gibi.
Diğer bir soru da günümüz
araştırmacıları eğitim programlarını nasıl görüyor? Genellikle verilen yanıtlar
öğretim programları üzerinden eğitim programlarını anlamlandırma çabasıdır
çünkü eğitim program kavramı farklı değişkenleri, farklı boyutları kapsamaktadır.
Bu sorunun benim için yanıtı eğer kendimi toplumların üzerinde idealist bir program
geliştirmeci olarak düşünürsem, bireyi kendi varlığının farkında bilinçli bir
özne olarak ele almak gerekir, yani bu Schwab’a, hümanizme, bireyselliğe, özgürleştirmeye
götürür ancak toplum içinde, toplumsal gerçeklerden kopamadığım noktada Tyler’ı
anlayarak doğru anlayışı keşfetmek önem kazanmaktadır. Gelenekçi anlayış,
kurallar her zaman hayatı kolaylaştırmakta çünkü hata yapma olasılığınız her
zaman daha azdır. Ancak belki de önemli olan bu şartlarda idealist yapıyı nasıl
ortaya çıkarabileceğimizdir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder